HARP TARİHÇİLERİNİN ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI YAZIMINDA YAPTIĞI TERMİNOLOJİK HATALAR
Çanakkale
Deniz Savaşı Çanakkale Savaşları açısından ve Türk deniz harp tarihi açısından
önemli bir kırılma noktasıdır. Mayın harbi olan kısmı ile bir deniz zaferi,
topçu düellosu olan kısmı ile de bir kara/topçu/boğaz zaferidir. Bu savaş
ülkemizde deniz tarihçiliğinin yaygın olmaması ve deniz tarihçilerinin
ağırlıklı olarak 15. yy. – 17. Yy. dönemi çalışmalarından dolayı aksatılmış bu
savaşın yazımı ağırlıklı olarak kara savaşlarını inceleyen harp tarihçileri
tarafından yapılmıştır.
Donanma kara ordusundan çok farklı
geleneklere, idari yapıya sahip olmakla birlikte kendi terminolojisi ve argosu
bulunur. Gemici dili dediğimiz İspanyolca, Fransızca, İtalyanca, Latince,
Arapça, Rumca ve Türkçe karışımı bir dil donanmalarda kullanılmaktadır. Bu dil
Akdeniz’de doğmuş ve tüm dünyaya yayılmıştır. Harp tarihçileri bu gelenek, dil
ve idari yapıya yabancı olduklarından deniz tarihi yazımı sırasında oldukça fazla
hata yapmışlardır. Ekol olarak da iki kuvvet birbirinden farklılık
göstermektedir. Kara kuvvetleri Alman/Prusya ekolünden gelirken, deniz
kuvvetleri İngiliz ekolünden gelmektedir. Deniz tarihimizde karacıların
müdahaleleri sonucu yaşanan hatalar sonucunda bahriye argosuna “Karacı
kafasıyla iş yapmak” deyimi girmiştir. Bu hatalar belirttiğim gibi ekol
farkından ve olaylara yaklaşım farkından gelmektedir.
Yapılan terminolojik hatalara
gelecek olursak ilk hata “düşman donanması” tanımıdır. “Donanma” bir ülkenin
deniz gücünün tamamına verilen isimdir. Çanakkale Boğazı’nda harekâtta bulunan
gemiler ise İngiltere ve Fransa donanmalarının Akdeniz filolarından seçilen
gemiler ile oluşturulan bir birleşik görev grubudur (Task Force). Gemiler
emirle komodor altına görev grubuna dâhil edilir. Daha sonra harekât bittiğinde
tekrar filolarına katılırlar. Diğer bir hata ise 3 hat halinde boğaza giren
görev grubunda hatlardan bahsedilirken “Tümen” gibi kara unsuru isimlerinin
kullanılmasıdır. Kullanılması gereken tabir filotilla/komodorluktur. Filo
ordunun dengi dersek filotilla kolordu dengidir. Kara kuvvetlerinde tim, manga,
takım, bölük, tabur, alay, tugay, tümen, kolordu, ordu şeklinde birimler
küçükten büyüğe sıralanır. Ek olarak savaş döneminde ordular birleşerek ordu
gruplarını oluştururlar. Buna ek olarak İkinci Dünya Savaşı’nda ise Sovyetler
Birliği’nde ordu grupları birleştirilerek “frontlar” oluşturulmuştur. Donanmada
ise gemi, filotilla, filo sıralaması vardır. Filolar birleşerek donanmayı
oluşturur. Gemi komutanları geminin boyutuna göre Üsteğmen ile Tuğamiral
arasında olduğu için geminin tam bir kara karşılığı yoktur. Filotilla lideri
Amiral/komodor kendisine bir gemi seçer ve onu sancak gemisi yapar fakat o
geminin yönetimine karışmaz. Nadiren küçük müdahalelerde bulunur. Gemi yönetimi
gemi süvarisi yani Komutan/kaptandadır.
HMS Queen Elizabeth’in alay
sancağı ile işaret vermesiyle görev grubu boğaza girmiştir. Burada kastedilen
alay sancağı kara birliklerinde bulunan alay sancağıyla aynı anlama gelmez. Tüm
gemilerde bulunan 46 adet her biri bir harf ve sayıya tekâmül eden flamalara
“alay sancağı” denir. Bu flamaların renk ve desenleri bir birinden farklıdır.
Sancaklar dikdörtgen, sayı flamaları üçgen formdadır. Ayrıca her flamanın
kendine ait bir anlamı daha bulunur. Mesela “Deniz/Delta (D Harfi)” flaması
göndere çekilirse “Güçlükle manevra yapıyorum, benden neta olunuz” mesajı diğer
gemilere verilmek istenir. Alay sancakları bayram ve önemli günlerde de geminin
pruvasından (burun), pupasına (kıç) kadar çekilerek gemiyi süslemek için
kullanılması bir bahriye geleneğidir. Borda nizamında boğazda ilerleyen yani
yan yana giden gemiler yoğun ateşe maruz kaldıkları için İskele ve Sancağa Alabanda
manevra yaparak hattan çıkmışlardı. Bu esnada 1. Filotilladaki 3 gemi mayına
çarpmıştır. Ayrıca gemiler için kullanılan “zırhlı” tanımı tam olarak geminin
cinsini tarif etmemektedir. Bir fırkateyn, korvet, muhrip ya da kruvazör
üzerine zırh kuşak yerleştirilmişse “zırhlı” sıfatını alır lakin boyutları,
silah sayısı ve büyüklüğü tamamen birbirinden farklıdır. Zırhlı yazmadan önce
geminin tipi belirtilmelidir. Yanlışlık yapılan bir diğer konu ise batan
gemilerde kullanılan “Alabora” terimidir. Alabora her batan gemi için
kullanılamaz. Sadece batma aşamasında karinası yani omurgası ve su kesimi
altında ki kısmı su üstüne çıkacak/ görünecek surette ters dönen gemilere
“Alabora” denilir.
Gemi isimlerinin yazımında ise
genellikle gemi önadı yazımı atlanır ya da unutulur. Her ülkenin kendine has
bir gemi önadı bulunur. Bu önadlar harp gemilerinde kullanılır. Sivil bahriye
için ise uluslararası önadlar kullanılır. Monarşi ile yönetilen ülkeler “HMS”
(His/Her Majesty’s Ship) önadını kullanırlar. Dünyada en yaygın önad budur. Peki,
neden önad yazımını atlamamalıyız?
·
Birinci
sebep geminin aynı ada sahip bir sivil gemiyle karıştırılmasını engellemek
için.
Örnek: HMS Queen Elizabeth bir
savaş gemisidir.
M/S
(Motor Ship) Queen Elizabeth ise bir transatlantiktir.
·
İkinci
sebep ise geminin hangi ülkeye bağlı olduğunu kolayca ayırt etmektir.
Gemi
önadlarının kullanımında dikkat edilmesi gereken husus ise o ülkenin çalışılan
dönemde önad kullanıp kullanmadığına dikkat etmektir. Mesela Türkiye’nin de
aralarında bulunduğu birçok ülke NATO’ya üye olduktan sonra borda numarası ve
gemi önadı kullanmaya başlamışlardır. Ek olarak bir donanmada farklı zamanlarda
aynı isimle görev yapmış gemiler bulunabilir. Bahriye geleneklerine göre bir
gemi hizmetten çıkarsa yerine alınan gemiye hizmetten çıkan geminin sancağı
toka edilir ve onun ismi verilir. Eski geminin ruhunun bu törenle yeni gemiye
geçtiğine inanılır. Aynı isimli gemileri birbirinden ayırmak için isimlerinin
yanına parantez içersinde hizmete giriş yılı ya da Roma rakamı ile donanmada o
isme sahip kaçıncı gemi olduğu yazılmalıdır.
Örnek:
Dumlupınar (1931)
Dumlupınar (I)
Bu
örnekte görüldüğü gibi aynı zamanda TCG (Türkiye Cumhuriyeti Gemisi) önadı
kullanılmamıştır. Bunun sebebi TCG önadı 1950 yılından itibaren kullanılmaya
başlanmasıdır. Borda numarasının eklenmesi ise tüm karışıklıkları
engelleyecektir. Lakin borda numarası sistemi İkinci Dünya Savaşı döneminde
kullanılmaya başlamıştır. Ülkemizde ise 1948 yılında kullanılmaya başlanmıştır.
Terminolojik bir hata olmayan ama
tam olarak harp tarihçileri tarafından detaylandırılamayan bir durum vardır.
River Clyde gemisinin Ertuğrul Koyu’nda çıkarma öncesi karaya oturtulması kara
savaşlarını anlatan hemen hemen tüm kitaplarda geçer ve modern bir Truva Atı
harekâtı olarak anlatılır ama asıl planlanan, gösterilmek istenen durumdan
bahsedilmez. River Clyde bir kömür ikmal gemisiydi. O dönemde savaş gemileri
buhar motoru kullanmaktaydı ve türbinlere basılacak basınçlı buhar için iki
önemli şey gerekliydi: Temiz su ve kömür. Asıl planlanan görev grubunun kömür
ikmali için kullanılan bir geminin yolunu kaybedip karaya oturması görüntüsü
oluşturmasıydı. Bu kömür gemileri insan taşımaya elverişli olmadığından çıkarma
riski taşımadığı için dikkat çekmemesi planlanmıştır. Önemli nokta karaya
oturmuş boş bir gemi değil karaya oturmuş bir ikmal gemisi görüntüsü vermekti.
Değinmek istediğim son konu ise
son dönemlerde harp tarihçilerinin iki filo çarpışmadığı için Çanakkale Deniz
Savaşı’nın“deniz savaşı” sayılmayacağını söylemeleridir. Bu önerme hatalıdır.
İki “harp filosu” çarpışmamış olabilir ama Osmanlı Mayın Filosu tarafından
dökülen mayınlar HMS Ocean, HMS Irrırestable ve FS Bouvet gemilerini
batırmıştır. Sonuç olarak iki filo arasında bir çarpışma meydana gelmiştir.
Mayın harbi deniz harbinin bir parçasıdır. Bu yüzden 18 Mart’ta yapılan bir “Boğaz” değil
“Deniz” savaşıdır.
Sonuç olarak harp tarihçileri
alanları dışı olan bu konuyu çalışırken bir ön hazırlık ile bahriyenin işleyişi
ve terminolojisi hakkında bir ön çalışma yapmalıdır. Çalışmaları kapsamlı bir
eser ise deniz tarihçileri ya da deniz subaylarından yardım ve destek
almalıdırlar. Yapılan hatalar donanma nezdinde ağır eleştirilere sebep
olacaktır. Bu eleştiriler zamanla eserin önüne geçecektir. Deniz kuvvetlerinin
iştirak ettiği pek çok panel ve konferansta bu konu hakkında tartışmalar
çıkmıştır. Basit bir ön araştırma hem eserin hem de
tarihçinin/araştırmacının/yazarın itibarını koruması için yeterlidir.
Yorumlar
Yorum Gönder